top of page

ree


Bölüm 1: Kandan Doğan Mucize

Perseus'un kılıcı Medusa'nın boynundan çekildiği an, dünya durdu sanki. Kan değildi boynundan fışkıran - saf ışıktı, yoğunlaşmış acıydı, kristalleşmiş gözyaşıydı. Ve o ışık patlamasının içinden, kimsenin beklemediği bir mucize doğdu.

Önce bir kafa belirdi - kusursuz, beyaz, yelesi gümüş iplikler gibi parlayan bir at kafası. Sonra boyun, güçlü ve zarif. Derken gövde... ve kanatlar. Ah, o kanatlar! Her tüyü bir kar tanesiymiş gibi saf, her hareketiyle gökkuşağı renkleri yansıtan, devasa kanatlar.

Pegasus doğmuştu.

Yeni doğmuş tay gibi sendeledi önce. Kanatları ıslaktı - ama su değil, kan değil, başka bir şeydi onları ıslatan. Belki de annesinin tüm bastırılmış özgürlük arzusu, tüm uçma hayalleri... Pegasus kafasını kaldırdı, gözleri annesinin taşa çevirdiği yüzlerce heykeli gördü. Bir an durdu, sanki veda ediyordu.

Sonra kanatlarını açtı - ilk kez, beceriksizce, dengesi bozuk. Rüzgar kanatlarının altına doldu ve Pegasus anladı: Özgürlük buydu. Annesinin asla tadamadığı, asla yaşayamadığı özgürlük.

Bölüm 2: İlk Uçuş

Pegasus koşmaya başladı. Toynakları çöl kumlarını savuruyor, her adımda biraz daha hızlanıyordu. Kanatları açık, rüzgarı yakalıyor, kaldırma gücünü hissediyordu. Ve sonra... ayakları yerden kesildi.

Uçuyordu!

Libya çölünün üzerinde, ilk kez gökyüzünü tadan bir mucize. Aşağıda kalan her şey küçülüyor - annesinin cesedi, Perseus'un korkuyla bakan yüzü, taş heykeller. Pegasus yükseliyor, yükseliyor, bulutlara dokunuyor.

Bulutların içinden geçerken tuhaf bir şey oldu. Her su damlası bir gözyaşı gibi hissettirdi - annesinin gözyaşları, hiç dökülememiş, içerde kalmış, zehre dönüşmüş gözyaşları. Pegasus anladı: O sadece kendisi için uçmuyordu. Annesinin tüm bastırılmış hayalleri onun kanatlarında yaşıyordu.

Bölüm 3: Korint'te Bir Çeşme

Pegasus günlerce uçtu. Okyanusları aştı, dağları geçti, vadileri dolaştı. Sonunda Korint'e geldi, yorgundu. Peirene Çeşmesi'nin başında durdu, suyunu içti. Kristal berraklığındaki suda kendi yansımasını gördü - annesine hiç benzemiyordu. O karanlıktı, Pegasus aydınlıktı. O yer'e bağlıydı, Pegasus göğe aitti. O lanetliydi, Pegasus kutsanmıştı.

Ama gözleri... gözleri aynıydı. Aynı hüzün, aynı bilgelik, aynı acı.

Tam o sırada genç bir adam belirdi çeşmenin yanında. Bellerophon'du bu - Korint kralının oğlu, yakışıklı, cesur ve hırslı. Pegasus'u görünce nefesi kesildi.

"Sen... sen gerçek misin?" diye fısıldadı.

Pegasus başını salladı, yelesi gümüş bir şelale gibi dalgalandı. Bellerophon elini uzattı, Pegasus kaçmadı. İlk kez bir insan ona dokunuyordu - korkuyla değil, hayranlıkla.

Bölüm 4: Altın Dizgin

Bellerophon, Pegasus'u yakalamak istiyordu. Her gün çeşmeye geliyor, onu izliyordu. Ama Pegasus yakalanmıyordu - elinden kayıp gidiyor, göğe yükseliyordu.

Sonunda Bellerophon, bilge Polyeidos'a danıştı. Yaşlı kahin güldü: "Pegasus'u yakalayamazsın evlat. Ama binebilirsin, eğer layık olursan."

"Nasıl?"

"Athena Tapınağı'nda uyu. Tanrıça sana yol gösterecek."

Bellerophon tapınakta uyudu ve rüyasında Athena göründü. Elinde altın bir dizgin vardı.

"Al," dedi tanrıça. "Bu dizgin Pegasus için yapıldı. Ama unutma - o sana ait değil. O kimseye ait değil. Sadece bir süreliğine izin verir sana, binmen için."

Bellerophon uyandığında dizgin yanındaydı. Koşarak çeşmeye gitti. Pegasus oradaydı, sanki bekliyordu. Bellerophon dizgini gösterdi. Pegasus bir an duraksadı - dizginde annesinin enerjisini hissetti. Athena yapmıştı bunu, Medusa'yı lanetleyen Athena. Ama aynı zamanda... bağışlama vardı dizginde. Pişmanlık vardı.

Pegasus eğildi, dizgini kabul etti.

Bölüm 5: Chimera'yla Dans

İlk uçuşları muhteşemdi. Bellerophon, Pegasus'un sırtında dünyayı farklı gördü. Her şey küçük, önemsiz, geçiciydi. Sadece gökyüzü gerçekti, sadece uçmak önemliydi.

Sonra görev geldi: Chimera'yı öldürmek. Aslan başlı, keçi gövdeli, yılan kuyruklu canavar. Ateş püskürten, köyleri yakan, insanları yiyen canavar.

Pegasus korkmuyor muydu? Hayır. Annesini görmüştü, gerçek canavarın ne olduğunu biliyordu. Chimera sadece bir yaratıktı - kötülük insanların kalbindeydi.

Savaş havada başladı. Pegasus dalıyor, Chimera ateş püskürtüyordu. Dans ediyorlardı - ölüm dansı. Bellerophon mızrağını fırlattı, Chimera'nın ağzına kurşun döktü. Canavar kendi ateşiyle boğuldu, öldü.

Zafer kazanılmıştı. Ama Pegasus hissetmişti - Bellerophon'un içindeki değişimi. Kibir tohumları atılmıştı.

Bölüm 6: Kibrin Kanatları

Yıllar geçti. Bellerophon ve Pegasus nice canavar öldürdü, nice zafer kazandı. Ama her zaferle Bellerophon biraz daha değişiyordu. Artık "biz kazandık" demiyordu, "ben kazandım" diyordu. Pegasus'u bir binek gibi görmeye başlamıştı, bir araç, bir silah.

Pegasus hissediyordu ama ne yapabilirdi? Dizgin hala boynundaydı, söz vermişti.

Sonra o gün geldi. Bellerophon sarhoştu - güçten, kibirden, kendinden. "Neden ölümlülerle yaşayayım?" dedi. "Tanrılarla yaşamalıyım! Olimpos'a çıkacağım, hak ettiğim yeri alacağım!"

Pegasus ürperdi. Bu yanlıştı, tehlikeliydi, saçmaydı. Ama Bellerophon dizginleri çekti, mahmuzlarını vurdu. "Uç!" diye emretti.

Pegasus uçmaya başladı. Olimpos'a doğru, yasak dağa doğru. Her kanat çırpışında içi sızlıyordu. Annesinin hikayesini hatırlıyordu - tanrılara meydan okumanın bedeli.

Bölüm 7: Düşüş

Olimpos'un eteklerine yaklaştıklarında Zeus bir at sineği gönderdi - küçük, önemsiz, ama keskin iğneli. Sinek Pegasus'u soktu. Acı değildi aslında - kurtarıştı.

Pegasus şaha kalktı, havada takla attı. Bellerophon dengesi bozuldu, kaydi, tutunmaya çalıştı ama nafile. Düştü.

Aşağıya, aşağıya, aşağıya... Kibir her zaman düşerdi. Bellerophon yere çakıldı, sakat kaldı, ömrünün sonuna kadar yalpalayarak yürüdü, kimse onu tanımadı, kimse hatırlamadı.

Pegasus yukarıda kaldı. Dizgin boynundan düşmüştü - özgürdü artık. Gerçekten özgür.

Bölüm 8: Olimpos'ta Yıldırım Taşıyıcı

Zeus, Pegasus'u çağırdı. "Gel," dedi Tanrılar Babası. "Seni cezalandırmayacağım. Bellerophon'un kibiri sana ait değildi."

Pegasus Olimpos'a indi. Zeus elini uzattı, Pegasus'un yelesini okşadı. "Sana bir görev vereceğim. Yıldırımlarımı taşıyacaksın. Ama istediğin zaman özgürsün, istediğin zaman gidebilirsin."

Pegasus kabul etti. Yıldırımları taşımak onur vericiydi - gök gürültüsünün, fırtınanın, tanrısal adaletin parçası olmak.

Ama en çok geceleri severdi Pegasus. Olimpos uyuduğunda, yıldızların arasında uçardı. Bazen yeryüzüne iner, Hippocrene Çeşmesi'ni yaratırdı - toynaklarını vurduğu yerden ilham pınarı fışkırırdı. Şairler, müzisyenler, sanatçılar bu sudan içer, yaratırdı.

Annesinin mirası buydu belki - acıdan sanat doğurmak.

Bölüm 9: Yıldızlara Yükseliş

Yıllar, yüzyıllar, çağlar geçti. Pegasus yorulmuştu artık. Zeus geldi yanına: "Vaktin geldi dostum. Ölümlü değilsin ama yoruldun. Sana sunduğum son hediyeyi kabul et."

"Nedir?"

"Gökyüzü. Sonsuza dek parlayacaksın. İnsanlar sana bakıp özgürlüğü hatırlayacak, hayallerini hatırlayacak, uçmayı hatırlayacak."

Pegasus başını salladı. Hazırdı.

O gece, Pegasus son kez uçtu - yukarı, yukarı, yukarı. Yıldızlara doğru, sonsuzluğa doğru. Ve tam göğün ortasında, durdu. Bedeni ışığa dönüştü, her tüyü bir yıldız oldu.

Pegasus Takımyıldızı doğmuştu.

Bölüm 10: Markab - Kanat Ekleminin Sırrı

Pegasus'un yıldızları arasında en parlak olanlardan biri vardı - tam kanat ekleminde, kanatların gövdeye bağlandığı yerde. Markab adını verdiler ona. Alpha Pegasi.

Markab özeldi. Çünkü tüm hikayeyi taşıyordu içinde:

  • Medusa'nın acısını

  • Perseus'un korkusunu

  • Bellerophon'un kibrini

  • Zeus'un adaletini

  • Ve Pegasus'un özgürlüğünü

29 derece Başak'ta parlıyordu Markab. Tam da Başak'ın bittiği, Terazi'nin başladığı yerde. Mükemmeliyetin sona erdiği, dengenin başladığı yerde. Kontrolün bittiği, akışın başladığı yerde.

İnsanlar Markab'a baktığında tuhaf şeyler hissederdi:

  • Bir yolculuğa çıkma arzusu

  • Eski bağlardan kurtulma isteği

  • Kanatlanıp uçma hayali

  • Ama aynı zamanda... bedel ödeme korkusu

Çünkü Markab'ın mesajı açıktı: "Uçmak istiyorsan, düşmeyi göze alacaksın. Özgür olmak istiyorsan, güvenli limanını terk edeceksin. Yükselmek istiyorsan, önce alçalacaksın."

Epilog: Pegasus'un Mirası

Bugün hala Markab yıldızı 29 derece Başak'ta parlar. Her gece, her mevsim, her çağda. Pegasus'un kanat eklemi, açılıp kapanmanın, uçuşun ve inişin, özgürlüğün ve bağın birleştiği nokta.

Bazen insanlar hastalanır Markab aktif olduğunda - özellikle akciğerlerinden. Öksürürler, nefes alamazlar, sıkışmış hissederler. Pegasus'un mesajıdır bu: "Kanatların var ama kullanmıyorsun. Uçabilirsin ama korkuyorsun."

Bazen büyük göçler olur, insanlar yer değiştirir, hayatlar altüst olur. Pegasus'un çağrısıdır bu: "Hareket et, değiş, dönüş. Durgun su kokar."

Ve bazen, çok nadir, birileri gerçekten uçar. Mecazi anlamda - hayallerini gerçekleştirir, korkularını yener, özgür olur. İşte o zaman Markab parlar, daha bir parlak, daha bir güzel.

Medusa öldü ama Pegasus'ta yaşıyor. Bellerophon düştü ama ders gökyüzünde asılı. Zeus hükmediyor ama Pegasus özgür.

Ve Markab hatırlatıyor, her gece, her bakana:

"Sen Medusa'nın çocuğusun - acıdan doğdun. Sen Pegasus'un varisisin - uçmak için yaratıldın. Sen Markab'ın öğrencisin - bedel ödeyeceksin. Ama sonunda, sonunda... özgür olacaksın."


 
 
 


ree

Bölüm 1: Altın Saçlı Rahibe

Akdeniz'in kobalt mavisi dalgaları, Athena'nın mermer tapınağının basamaklarını okşadığı o uzak çağlarda, altın saçları güneşle yarışan bir rahibe yaşardı. Adı Medusa'ydı.

Sabahları, şafak sökerken tapınağın kutsal ateşini yakar, tanrıçanın heykelinin önünde diz çökerdi. Saçları öyle parlaktı ki, tapınağa giren herkes önce onun ışıltısını görür, sonra tanrıçanın heykelini fark ederdi. Denizci babası Phorkys'ten aldığı dalgalı altın saçlar, denizin köpükleri gibi omuzlarından dökülürdü.

Medusa ölümlüydü - iki kızkardeşi Stheno ve Euryale'nin aksine. Onlar ölümsüz Gorgon'lardı, bronz kanatları ve yaban domuzu dişleriyle korkunçtulardı. Ama Medusa farklıydı; o, ölümlü olmanın verdiği kırılganlıkla güzeldi, her an sona erebilecek bir çiçek gibi narin ve bu yüzden daha da değerliydi.

Bölüm 2: Denizler Tanrısının Takıntısı

Poseidon ilk kez onu, tapınağın mermer sütunları arasında yürürken görmüştü. Tanrıçanın kutsal suyunu değiştiriyordu Medusa, elleri suda, dudaklarında ilahiler. Güneş ışınları su damlacıklarında kırılıyor, etrafında minik gökkuşakları dans ediyordu.

Denizler tanrısı, köpüklü dalgaların efendisi, derinliklerin hakimi Poseidon, ilk kez duraksadı. Olimpos'ta nice tanrıça görmüştü, nice ölümlü baştan çıkarmıştı ama Medusa... Medusa başkaydı. Belki de ölümlü olması, belki de Athena'ya adanmış olmasının yarattığı yasak çekimi, belki de sadece kader...

Günlerce tapınağın etrafında dalgalar kabardı. Deniz köpükleri alışılmadık yüksekliklere fışkırıyor, tapınağın basamaklarını yalıyordu. Balıkçılar "Poseidon öfkeli" diye fısıldaşıyordu ama tanrı öfkeli değildi - aşıktı ve bu daha tehlikeliydi.

Bölüm 3: Kutsal Mekânın Kirlenmesi

O lanetli gün, Medusa tapınakta yalnızdı. Athena'nın doğum günü için hazırlık yapıyor, sunaklarını taze zeytinyağıyla temizliyordu. Denizin sesi aniden kesildi - bu her zaman kötüye işaretti.

Poseidon, insan formunda, ıslak saçları ve tuzlu tenle tapınağa girdi. "Medusa," dedi, sesi dalgaların kayalara çarpması gibiydi. "Seninle konuşmalıyım."

"Burası kutsal mekan, tanrım," diye fısıldadı Medusa, elleri titreyerek. "Athena'nın evinde..."

"Athena burada değil," dedi Poseidon yaklaşarak.

Sonrasını tarih kitapları farklı anlatır. Kimi der ki Medusa direndi, çığlıkları tapınağın mermer duvarlarında yankılandı. Kimi der ki aşk vardı aralarında, yasak ama gerçek. Hangisi doğru olursa olsun, sonuç değişmedi: Athena'nın kutsal tapınağı, bakiret yemini edilen o saf mekan, kirletilmişti.

Bölüm 4: Athena'nın Gazabı

Athena, Olimpos'tan döndüğünde tapınağının enerjisinin değiştiğini hemen hissetti. Mermer sütunlar titriyordu, kutsal ateş sönük yanıyordu ve Medusa... Medusa köşede büzülmüş ağlıyordu.

"Ne yaptın?" diye gürledi bilgelik tanrıçası, gri gözleri çelik gibi parlayarak.

Medusa anlatmaya çalıştı - Poseidon'u, olanları, kendi çaresizliğini. Ama Athena dinlemedi. Belki dinleyemedi. Belki de Olimpos'un kuralları böyleydi: Tanrılara dokunamazsın ama ölümlüler cezalandırılabilir.

"Sen," dedi Athena, sesi buz gibi, "kutsal yemini bozdun. Güzelliğinle erkeği baştan çıkardın. Altın saçlarınla büyüledin."

"Hayır, ben-"

"SUSSS!" Athena'nın haykırışı tapınağı sarstı. Tanrıça elini kaldırdı ve korkunç laneti söylemeye başladı:

"Güzelliğin lanettir artık! Altın saçların, zehirli yılanlara dönüşsün! Gözlerin, bakanı taşa çevirsin! Tenin, pullarla kaplansın! Kimse bir daha sana yaklaşamasın, kimse sana dokunamasın!"

Bölüm 5: Dönüşüm

Acı, bin hançerin aynı anda batması gibiydi. Medusa'nın altın telleri canlanmaya, kıvrılmaya, tıslamaya başladı. Her saç teli bir yılana dönüşüyordu - kara, yeşil, zehirli. Teni pullanıyor, elleri pençeleşiyor, güzel yüzü çarpılıyordu.

"Hayır, hayır, HAYIR!" diye haykırdı ama sesi bile değişiyordu, insandan çok tıslama gibi çıkıyordu.

Tapınağın yansıtıcı mermer zemininde kendi görüntüsünü gördü - artık o güzel rahibe yoktu. Onun yerine yılan saçlı, yeşil tenli, korkunç bir yaratık vardı. Gözleri hala aynı gözlerdi ama şimdi içlerinde öyle bir güç vardı ki, kendine bakarken neredeyse kendi ayakları taşlaşacaktı.

Koştu. Tapınaktan, şehirden, insanlardan kaçtı. Arkasında bıraktığı tek şey, yere düşmüş birkaç altın saç teliydi - yılanlar onları da yutmuştu.

Bölüm 6: Gorgon Kızkardeşliği

Libya'nın ıssız çöllerinde, dünyanın sonunda, güneşin öldüğü yerde, iki kızkardeş onu bekliyordu.

"Medusa," dedi Stheno, bronz kanatlarını açarak. "Sonunda geldin."

"Artık bizdensin," diye ekledi Euryale, yaban domuzu dişlerini göstererek ama sesinde acıma vardı.

Üç kızkardeş sarıldı - iki ölümsüz canavar ve bir ölümlü canavar. Ama kim gerçekten canavardı? Onlar mı, yoksa onları bu hale getirenler mi?

Yıllar geçti. Medusa'nın ünü yayıldı. Kahramanlar onu öldürmeye gelir, taş heykele dönerdi. Çöl, taş bahçesine dönmüştü - yüzlerce heykel, hepsi korku dolu gözlerle bakıyordu. Medusa her birinin yüzünde aynı ifadeyi görürdü: Canavar görmek için gelmişlerdi ama gördükleri kendi içlerindeki canavardı.

Bölüm 7: Perseus ve Tanrıların Komplosu

Perseus genç ve açgözlüydü. Kral Polydectes'in meydan okumasını kabul etmişti: "Medusa'nın başını getir, kahraman ol!"

Ama Perseus yalnız değildi. Sanki tüm Olimpos, Medusa'nın ölmesini istiyordu:

Athena ona parlak kalkanını verdi: "Bunu ayna gibi kullan, doğrudan bakma."

Hermes kanatlı sandaletlerini verdi: "Uç, yürüme. Yılanlar sesi duyar."

Hades görünmezlik miğferini verdi: "Görünmeden yaklaş."

Hefaistos adamantium kılıcı verdi: "Tek vuruşta kes, ikinci şansın olmaz."

Neden? Neden tüm tanrılar bir "canavar"dan bu kadar korkuyordu? Yoksa Medusa'nın varlığı, tanrıların adaletsizliğinin yaşayan kanıtı mıydı?

Bölüm 8: Son Gece

O gece Medusa rüya gördü. Kendini eski haliyle gördü - altın saçlı, gülen, tapınakta ilahi söyleyen. Rüyasında Poseidon yoktu, Athena öfkeli değildi, her şey huzurluydu.

Uyandığında yılanlar hafifçe tıslıyordu - üzgün olduğunda hep böyle yaparlardı. Onlar da bir parçasıydı artık, canlı saçlar, düşünen teller. Bazen onlarla konuşurdu:

"Sizin suçunuz yok," derdi. "Siz de kurbanısınız bu lanetin."

Perseus o anda yaklaşıyordu. Görünmez, sessiz, kalkanı ayna gibi parlayarak. Medusa'yı uyurken gördü - huzurlu görünüyordu, neredeyse güzel.

Bölüm 9: Ölüm ve Mucize

Kılıç boynuna değdiğinde Medusa'nın gözleri açıldı. Bir an, sadece bir an, Perseus'la göz göze geldiler. Perseus taşa dönmedi - kalkan onu koruyordu. Ama Medusa'nın gözlerinde gördüğü şey onu ömür boyu takip edecekti: Öfke değil, hüzün. Korku değil, kabulleniş. Ve en kötüsü - minnettarlık. Sonunda bitiyordu.

Başı düştüğünde, boynundan kan değil, ışık fışkırdı. Ve o ışıktan iki mucize doğdu:

Pegasus - saf beyaz, kanatlı, özgür. Annesinin alamadığı özgürlüğü kanatlarında taşıyan at.

Chrysaor - altın kılıçlı dev. Annesinin içindeki gücü, öfkeyi, adaleti temsil eden savaşçı.

Poseidon'un çocuklarıydı bunlar. Medusa ölürken bile yaratıyordu - lanet bile doğurgandı.

Bölüm 10: Ölümsüzlük

Perseus başı Athena'ya götürdü. Tanrıça aldı, kalkanının tam ortasına yerleştirdi. "Artık benimle savaşacaksın Medusa," dedi. Acımasız mıydı bu, yoksa bir onur mu?

Medusa'nın kanını şişelere doldurdu Athena. Sol taraftan akan zehirdi, sağ taraftan akan şifaydı. Aynı bedenden hem ölüm hem yaşam akıyordu. Şifacı Asklepios bu kanla ölüleri diriltti, hastaları iyileştirdi. Medusa ölümünde bile şifa dağıtıyordu.

Pegasus göğe yükseldi, yıldız oldu. Markab yıldızı onun kanat eklemi - her gece parlıyor, annesini hatırlatıyor. "Zehirden doğdum ama özgürüm," diyor sanki.

Epilog: Gerçek Lanet

Bugün hala Medusa'nın başı koruma sembolü olarak kullanılır. Evlerin kapılarında, gemilerin pruvasında, kalkanların ortasında. İnsanlar "canavardan" korunmak için canavarın resmini taşırlar.

Ama belki de Medusa'nın gerçek laneti bu değildi. Gerçek laneti, hikayesinin hep yarım anlatılmasıydı. Herkes yılan saçlı canavarı bilir ama altın saçlı rahibeyi kimse hatırlamaz. Herkes Perseus'un kahramanlığını anlatır ama Medusa'nın çığlıklarını kimse duymaz.

Belki de Athena onu gerçekten korumaya çalışmıştı. "Bir daha kimse sana dokunamasın" demişti. Ve dokunamamıştı. Medusa, tecavüze uğrayan tüm kadınların intikam tanrıçası olmuştu: "Bana dokunamazsın, seni taşa çeviririm!"

Yılanlar hala tıslıyor. Her gece, her yerde, adaletsizliğe uğrayan her kadının saçlarında. Medusa ölmedi - her "canavar" denilen güçlü kadında yaşıyor.

Ve Markab yıldızı parlıyor gökyüzünde, Medusa'nın kanından doğan Pegasus'un kanadında, hatırlatıyor: En karanlık zehirden bile en saf mucizeler doğabilir. Bedel ödendi, kanatlar açıldı, uçma zamanı geldi.

"Medusa'ya canavar diyorlar. Ama asıl canavar kim? Taşa çeviren mi, yoksa taşa dönmeyi hak edenler mi?"


 
 
 
  • Youtube
  • Instagram

Yıldızların çağrısını duydunuzsa, mesajınızı sağdaki sohbet kutusundan iletebilirsiniz. Bu yolculukta yalnız değilsiniz. ​ Danışmanlık talebiniz için doğum tarihi, saati ve yeri eksiksiz ilettiğinizden emin olunuz.

Bu sitede paylaşılan öngörü ve analizler tamamen kişisel yorumlarımdan oluşmaktadır. Astroloji kadim bir dildir burada sunulanlar kişisel farkındalık amaçlıdır.Herhangi bir ticari, hukuki, tıbbi veya finansal tavsiye taşımaz!

© Her hakkı gizlidir ©

bottom of page