- Elif Köksal
- 14 Eyl
- 5 dakikada okunur

Bölüm 1: Kandan Doğan Mucize
Perseus'un kılıcı Medusa'nın boynundan çekildiği an, dünya durdu sanki. Kan değildi boynundan fışkıran - saf ışıktı, yoğunlaşmış acıydı, kristalleşmiş gözyaşıydı. Ve o ışık patlamasının içinden, kimsenin beklemediği bir mucize doğdu.
Önce bir kafa belirdi - kusursuz, beyaz, yelesi gümüş iplikler gibi parlayan bir at kafası. Sonra boyun, güçlü ve zarif. Derken gövde... ve kanatlar. Ah, o kanatlar! Her tüyü bir kar tanesiymiş gibi saf, her hareketiyle gökkuşağı renkleri yansıtan, devasa kanatlar.
Pegasus doğmuştu.
Yeni doğmuş tay gibi sendeledi önce. Kanatları ıslaktı - ama su değil, kan değil, başka bir şeydi onları ıslatan. Belki de annesinin tüm bastırılmış özgürlük arzusu, tüm uçma hayalleri... Pegasus kafasını kaldırdı, gözleri annesinin taşa çevirdiği yüzlerce heykeli gördü. Bir an durdu, sanki veda ediyordu.
Sonra kanatlarını açtı - ilk kez, beceriksizce, dengesi bozuk. Rüzgar kanatlarının altına doldu ve Pegasus anladı: Özgürlük buydu. Annesinin asla tadamadığı, asla yaşayamadığı özgürlük.
Bölüm 2: İlk Uçuş
Pegasus koşmaya başladı. Toynakları çöl kumlarını savuruyor, her adımda biraz daha hızlanıyordu. Kanatları açık, rüzgarı yakalıyor, kaldırma gücünü hissediyordu. Ve sonra... ayakları yerden kesildi.
Uçuyordu!
Libya çölünün üzerinde, ilk kez gökyüzünü tadan bir mucize. Aşağıda kalan her şey küçülüyor - annesinin cesedi, Perseus'un korkuyla bakan yüzü, taş heykeller. Pegasus yükseliyor, yükseliyor, bulutlara dokunuyor.
Bulutların içinden geçerken tuhaf bir şey oldu. Her su damlası bir gözyaşı gibi hissettirdi - annesinin gözyaşları, hiç dökülememiş, içerde kalmış, zehre dönüşmüş gözyaşları. Pegasus anladı: O sadece kendisi için uçmuyordu. Annesinin tüm bastırılmış hayalleri onun kanatlarında yaşıyordu.
Bölüm 3: Korint'te Bir Çeşme
Pegasus günlerce uçtu. Okyanusları aştı, dağları geçti, vadileri dolaştı. Sonunda Korint'e geldi, yorgundu. Peirene Çeşmesi'nin başında durdu, suyunu içti. Kristal berraklığındaki suda kendi yansımasını gördü - annesine hiç benzemiyordu. O karanlıktı, Pegasus aydınlıktı. O yer'e bağlıydı, Pegasus göğe aitti. O lanetliydi, Pegasus kutsanmıştı.
Ama gözleri... gözleri aynıydı. Aynı hüzün, aynı bilgelik, aynı acı.
Tam o sırada genç bir adam belirdi çeşmenin yanında. Bellerophon'du bu - Korint kralının oğlu, yakışıklı, cesur ve hırslı. Pegasus'u görünce nefesi kesildi.
"Sen... sen gerçek misin?" diye fısıldadı.
Pegasus başını salladı, yelesi gümüş bir şelale gibi dalgalandı. Bellerophon elini uzattı, Pegasus kaçmadı. İlk kez bir insan ona dokunuyordu - korkuyla değil, hayranlıkla.
Bölüm 4: Altın Dizgin
Bellerophon, Pegasus'u yakalamak istiyordu. Her gün çeşmeye geliyor, onu izliyordu. Ama Pegasus yakalanmıyordu - elinden kayıp gidiyor, göğe yükseliyordu.
Sonunda Bellerophon, bilge Polyeidos'a danıştı. Yaşlı kahin güldü: "Pegasus'u yakalayamazsın evlat. Ama binebilirsin, eğer layık olursan."
"Nasıl?"
"Athena Tapınağı'nda uyu. Tanrıça sana yol gösterecek."
Bellerophon tapınakta uyudu ve rüyasında Athena göründü. Elinde altın bir dizgin vardı.
"Al," dedi tanrıça. "Bu dizgin Pegasus için yapıldı. Ama unutma - o sana ait değil. O kimseye ait değil. Sadece bir süreliğine izin verir sana, binmen için."
Bellerophon uyandığında dizgin yanındaydı. Koşarak çeşmeye gitti. Pegasus oradaydı, sanki bekliyordu. Bellerophon dizgini gösterdi. Pegasus bir an duraksadı - dizginde annesinin enerjisini hissetti. Athena yapmıştı bunu, Medusa'yı lanetleyen Athena. Ama aynı zamanda... bağışlama vardı dizginde. Pişmanlık vardı.
Pegasus eğildi, dizgini kabul etti.
Bölüm 5: Chimera'yla Dans
İlk uçuşları muhteşemdi. Bellerophon, Pegasus'un sırtında dünyayı farklı gördü. Her şey küçük, önemsiz, geçiciydi. Sadece gökyüzü gerçekti, sadece uçmak önemliydi.
Sonra görev geldi: Chimera'yı öldürmek. Aslan başlı, keçi gövdeli, yılan kuyruklu canavar. Ateş püskürten, köyleri yakan, insanları yiyen canavar.
Pegasus korkmuyor muydu? Hayır. Annesini görmüştü, gerçek canavarın ne olduğunu biliyordu. Chimera sadece bir yaratıktı - kötülük insanların kalbindeydi.
Savaş havada başladı. Pegasus dalıyor, Chimera ateş püskürtüyordu. Dans ediyorlardı - ölüm dansı. Bellerophon mızrağını fırlattı, Chimera'nın ağzına kurşun döktü. Canavar kendi ateşiyle boğuldu, öldü.
Zafer kazanılmıştı. Ama Pegasus hissetmişti - Bellerophon'un içindeki değişimi. Kibir tohumları atılmıştı.
Bölüm 6: Kibrin Kanatları
Yıllar geçti. Bellerophon ve Pegasus nice canavar öldürdü, nice zafer kazandı. Ama her zaferle Bellerophon biraz daha değişiyordu. Artık "biz kazandık" demiyordu, "ben kazandım" diyordu. Pegasus'u bir binek gibi görmeye başlamıştı, bir araç, bir silah.
Pegasus hissediyordu ama ne yapabilirdi? Dizgin hala boynundaydı, söz vermişti.
Sonra o gün geldi. Bellerophon sarhoştu - güçten, kibirden, kendinden. "Neden ölümlülerle yaşayayım?" dedi. "Tanrılarla yaşamalıyım! Olimpos'a çıkacağım, hak ettiğim yeri alacağım!"
Pegasus ürperdi. Bu yanlıştı, tehlikeliydi, saçmaydı. Ama Bellerophon dizginleri çekti, mahmuzlarını vurdu. "Uç!" diye emretti.
Pegasus uçmaya başladı. Olimpos'a doğru, yasak dağa doğru. Her kanat çırpışında içi sızlıyordu. Annesinin hikayesini hatırlıyordu - tanrılara meydan okumanın bedeli.
Bölüm 7: Düşüş
Olimpos'un eteklerine yaklaştıklarında Zeus bir at sineği gönderdi - küçük, önemsiz, ama keskin iğneli. Sinek Pegasus'u soktu. Acı değildi aslında - kurtarıştı.
Pegasus şaha kalktı, havada takla attı. Bellerophon dengesi bozuldu, kaydi, tutunmaya çalıştı ama nafile. Düştü.
Aşağıya, aşağıya, aşağıya... Kibir her zaman düşerdi. Bellerophon yere çakıldı, sakat kaldı, ömrünün sonuna kadar yalpalayarak yürüdü, kimse onu tanımadı, kimse hatırlamadı.
Pegasus yukarıda kaldı. Dizgin boynundan düşmüştü - özgürdü artık. Gerçekten özgür.
Bölüm 8: Olimpos'ta Yıldırım Taşıyıcı
Zeus, Pegasus'u çağırdı. "Gel," dedi Tanrılar Babası. "Seni cezalandırmayacağım. Bellerophon'un kibiri sana ait değildi."
Pegasus Olimpos'a indi. Zeus elini uzattı, Pegasus'un yelesini okşadı. "Sana bir görev vereceğim. Yıldırımlarımı taşıyacaksın. Ama istediğin zaman özgürsün, istediğin zaman gidebilirsin."
Pegasus kabul etti. Yıldırımları taşımak onur vericiydi - gök gürültüsünün, fırtınanın, tanrısal adaletin parçası olmak.
Ama en çok geceleri severdi Pegasus. Olimpos uyuduğunda, yıldızların arasında uçardı. Bazen yeryüzüne iner, Hippocrene Çeşmesi'ni yaratırdı - toynaklarını vurduğu yerden ilham pınarı fışkırırdı. Şairler, müzisyenler, sanatçılar bu sudan içer, yaratırdı.
Annesinin mirası buydu belki - acıdan sanat doğurmak.
Bölüm 9: Yıldızlara Yükseliş
Yıllar, yüzyıllar, çağlar geçti. Pegasus yorulmuştu artık. Zeus geldi yanına: "Vaktin geldi dostum. Ölümlü değilsin ama yoruldun. Sana sunduğum son hediyeyi kabul et."
"Nedir?"
"Gökyüzü. Sonsuza dek parlayacaksın. İnsanlar sana bakıp özgürlüğü hatırlayacak, hayallerini hatırlayacak, uçmayı hatırlayacak."
Pegasus başını salladı. Hazırdı.
O gece, Pegasus son kez uçtu - yukarı, yukarı, yukarı. Yıldızlara doğru, sonsuzluğa doğru. Ve tam göğün ortasında, durdu. Bedeni ışığa dönüştü, her tüyü bir yıldız oldu.
Pegasus Takımyıldızı doğmuştu.
Bölüm 10: Markab - Kanat Ekleminin Sırrı
Pegasus'un yıldızları arasında en parlak olanlardan biri vardı - tam kanat ekleminde, kanatların gövdeye bağlandığı yerde. Markab adını verdiler ona. Alpha Pegasi.
Markab özeldi. Çünkü tüm hikayeyi taşıyordu içinde:
Medusa'nın acısını
Perseus'un korkusunu
Bellerophon'un kibrini
Zeus'un adaletini
Ve Pegasus'un özgürlüğünü
29 derece Başak'ta parlıyordu Markab. Tam da Başak'ın bittiği, Terazi'nin başladığı yerde. Mükemmeliyetin sona erdiği, dengenin başladığı yerde. Kontrolün bittiği, akışın başladığı yerde.
İnsanlar Markab'a baktığında tuhaf şeyler hissederdi:
Bir yolculuğa çıkma arzusu
Eski bağlardan kurtulma isteği
Kanatlanıp uçma hayali
Ama aynı zamanda... bedel ödeme korkusu
Çünkü Markab'ın mesajı açıktı: "Uçmak istiyorsan, düşmeyi göze alacaksın. Özgür olmak istiyorsan, güvenli limanını terk edeceksin. Yükselmek istiyorsan, önce alçalacaksın."
Epilog: Pegasus'un Mirası
Bugün hala Markab yıldızı 29 derece Başak'ta parlar. Her gece, her mevsim, her çağda. Pegasus'un kanat eklemi, açılıp kapanmanın, uçuşun ve inişin, özgürlüğün ve bağın birleştiği nokta.
Bazen insanlar hastalanır Markab aktif olduğunda - özellikle akciğerlerinden. Öksürürler, nefes alamazlar, sıkışmış hissederler. Pegasus'un mesajıdır bu: "Kanatların var ama kullanmıyorsun. Uçabilirsin ama korkuyorsun."
Bazen büyük göçler olur, insanlar yer değiştirir, hayatlar altüst olur. Pegasus'un çağrısıdır bu: "Hareket et, değiş, dönüş. Durgun su kokar."
Ve bazen, çok nadir, birileri gerçekten uçar. Mecazi anlamda - hayallerini gerçekleştirir, korkularını yener, özgür olur. İşte o zaman Markab parlar, daha bir parlak, daha bir güzel.
Medusa öldü ama Pegasus'ta yaşıyor. Bellerophon düştü ama ders gökyüzünde asılı. Zeus hükmediyor ama Pegasus özgür.
Ve Markab hatırlatıyor, her gece, her bakana:
"Sen Medusa'nın çocuğusun - acıdan doğdun. Sen Pegasus'un varisisin - uçmak için yaratıldın. Sen Markab'ın öğrencisin - bedel ödeyeceksin. Ama sonunda, sonunda... özgür olacaksın."